Adana günübirlik nasıl gezilir?
Adana Günübirlik Gezi Yazısı
Günübirlik Adana Gezisi
Bu yazımızda sizlerle Adana’ya gideceğiz. Adana’yı bir günde nasıl gezebilirsiniz, Adana’da gezilecek tarihi yerler neresidir, Adana’da nerede ne yenir, Adana’da bir günde neler yapılır gibi aklınıza takılan hemen her soruya cevap vereceğiz. Yazımızın sonunda bizimle birlikte gezmek istersiniz diye günübirlik Adana gezimizin videosunu da ekledik. Bizim neler deneyimlediğimizi videomuzu izleyerek görebilirsiniz.
Hazır mısın Adana? Turrehberin geliyor.
Biz Adana’ya sakin olacağını düşünerek hafta içi gitmeyi planlamıştık. Üstelik bu kez hep yaptığımızın tersine günübirlik bir gezi yapacaktık. Nasıl olur, yetiştirebilir miyiz soruları kafamızda gezerken, doğru planlamayla kafamızdaki şehir gezisinin ilk aşaması olan uçak biletlerimizi aldık. THY’den aldığımız biletler sabah 07:20 gidiş, akşam 21:00 dönüş şeklindeydi.
Bilet kısmını çözdükten sonra sıra Adana için bir gezi rotası oluşturmaktaydı. Sıkı bir çalışma sonrası Adana’da gezilecek yerler nerelerdir belirledik. Günübirlik bir gezi yapacağımız için Adana merkezde nereler gezilir diye düşünerek bir liste çıkardık ve bu gezi noktalarını haritamız üzerinde işaretledik. Bir anlamda sizin okuduğunuz bu yazı gibi kendimize özgü bir Adana gezi rehberi oluşturduk. Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın şehrin merkezinde olması günübirlik gezi için büyük kolaylık sağlıyor. Bizim gezi yaptığımız tarih olan Aralık 2022’de şehrin yeni havalimanının inşaatı henüz devam ediyordu. Yeni havalimanı şehre daha uzak olacağından bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekiyor diye düşündük. Uçuş günümüz geldi çattı ve heyecanla beklediğimiz günübirlik gezimiz başladı.
Adana’da bir günde neler yapılır?
Uçağımız İstanbul‘dan tam vaktinde kalktı ve biz 08:30’da Adana’daydık. Günübirlik gezilerin en güzel yanlarından biri de yanınızda valizinizin olmayışıdır. Uçaktan iner inmez bavul sırası beklemeden taksiye bindik ve gezimiz başladı. Alandan Büyük Saat Kulesi’nin de yer aldığı merkeze on dakikada ulaştık ve karşılığında 35 TL taksi ücreti ödedik. Bu muhteşem.
Şehrin eski bölgesinde yürümeye başlıyoruz. Sabah saatlerinde tüm esnafın güne hazırlanışlarına tanık oluyoruz. Bizim dikkatimizi sıra sıra dizilmiş kuyumcular çekiyor. Bu kadar gösterişli altını başka yerde görmedik desek abartmış olmayız. Adanalılar altını çok seviyor.
Adana Eski Meydan Bölgesi
Altınlardan gözlerimiz kamaşarak ilerliyor ve Kemeraltı Camii’ni görüyoruz. Seyhan ilçesinin en eski kavşaklarından birinde yer alan cami, Ramazanoğulları Beyliği Dönemi’nde 1548’de yaptırılmış. Tek minareli yapı kare plandan oluşuyor. Camii bulunduğu yer itibariyle Tarsuskapı Camii olarak da biliniyor. Caminin etrafı ayakkabı boyacı ve tamircileriyle dolu. Şehrin dokusunu özümseyerek yürüyoruz ve bir de güzel yağmur başlıyor. Adana bizi yağmurla karşıladı. Aralık ayı olmasına rağmen havanın İstanbul’a göre oldukça ılık olduğunu belirtmeden olmaz.
Kemeraltı Camii’nin karşısında yer alan Mestanzade Hamamı’na geliyoruz. Tarihi hamam Ramazanoğlu Hacı Mahmut Ağa tarafından yaptırılmış. Küçük Saat Meydanı’ndaki bu güzel yapı Adana’nın dört önemli hamamından biri.
Buradan karşıya geçiyor ve ara sokaklarda yürüyerek Bebekli Kilise’ye geliyoruz. Özellikle yabancı turistlerin mutlaka ziyaret ettiklerini öğrendiğimiz kilisenin resmi adı Aziz Pavluv Katolik Kilisesi. 1880-1890 yılları arasında yapılan kilise adını ön üst cephesinde yer alan tunçtan yapılmış Meryem Ana heykelinden almış. Bu heykeli bebeğe benzettikleri için bu ismi koymuş olmaları muhtemel. Fakat yakından bakınca biz benzetemedik.
Yağ Camii
Kilisenin bahçesine girip biraz gezdikten sonra kebap kokulu sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. Saat sabahın erken saatleri, bu koku ne diyecek oluyoruz ki 05:00’de açılan kebapçılarda sabah kahvaltısı yapıldığını öğreniyoruz. Kahvaltıda et yeniyor. Bu durum Adana için gayet normal. Şehrin eski merkezinde yürüyor ve Eski Çarşı’da yer alan Yağ Camii’ne ulaşıyoruz. Bu yapı aslında Saint Jacque adına yaptırılmış bir Haçlı Kilisesi. Sade bir mimari tarza sahip yapı 1501 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından camiye çevrilmiş. Avlusu o kadar huzur veriyor ki bir süre burada dinleniyoruz. Camiinin olduğu sokakta bir dönem yağ pazarı kurulurmuş, Yağ Camii ismini de bu pazardan almış.
Yağ Camii’nden Büyük Saat Kulesi’ne doğru yürümeye başlıyoruz. Sağlı sollu dükkanlarda Adana işi kumaşlar ve bolca şalvar görüyoruz. O meşhur şarkıda söylendiği gibi: “Adana’ya gidek mi, şalvarından giyek mi?” Bu çarşı şarkı sözlerini doğrulamak istercesine şalvarla dolu. Adana gezimiz boyunca bu sözleri mırıldandığımızı da eklemek isterim. 😊
Büyük Saat Kulesi
İşte karşımızda Büyük Saat Kulesi. Adana’nın sembolü, kentin eski merkezinin de merkezi olan 32 metre yükseklikteki saat kulesi Ulu Camii mahallesinde yer alıyor. Tarihi yapılar arasında boy gösteren kulenin inşaatına dönemin Adana valisi Ziya Paşa zamanında başlanmış. Klasik Osmanlı mimarisi ile tasarlanan kulenin dört tarafında da saatler bulunuyor. Meydanlardaki çeşmeler ve saat kuleleri Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle 2. Abdülhamid zamanında bir çeşit modernleşme hareketidir. Şehirlere başka bir anlam katabilmek için yapılan saat kulelerine en güzel örneklerden biri de hiç şüphesiz ki Adana Büyük Saat Kulesi’dir.
Kazancılar Çarşısı
Kuleyi, hemen yanındaki hamamdan gelen sıcak dumanlar eşiğinde seyrediyor, sonrasında ciğer dumanlarının sisi altında kalan Kazancılar Çarşısı’na geliyoruz. Satır kıymasından kebapların büyük bir afiyetle yendiğini, koca koca bakır kazanların ne büyük emekle kalaylandığını görüyor; dükkanlarda sergilenen dev boyutlu kazanları hayretle seyrediyoruz. Anadolu’daki kapalı çarşı geleneğinin en güzel örneklerinden biri olan Tarihi Kazancılar Çarşısı, asırlar öncesinden günümüze ulaşan önemli değerlerden biri olarak özellikle yerli turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor.
Çarşıda gezdikçe Adana’da olduğumuzu iyice idrak ediyoruz. Büyük keyifle geziyor ve günün ilk molasını çarşı içindeki bir çay evinde veriyoruz. Demli bir çay içiyoruz, karşıdaki lokum imalathanesinde çalışanlar güllü lokum ikram ediyor. Hayır demiyoruz. Bakırlara vurulan çekiç sesleri ve ciğercilerden süzülen duman eşliğinde çayımızı içiyor, esnafla sohbet ediyor ve çarşının en eski helvacısına gidiyoruz. Adana’nın cezeryesinin tadına bakıyor, tahin helvamızı da alıp yola devam ediyoruz.
Ulu Cami – Farklı bir mimari
Şimdiki durağımız Ulu Cami. Şehrin en huzur duyduğumuz ve beğendiğimiz yerine de böylece giriş yapmış oluyoruz. Medrese, harem, selâmlık, Çarşı Hamamı, Gön Hanı, imaret, arasta ve çarşılarla birlikte bir külliye olarak inşa ettirilen caminin yapılışına 1513’de başlanmış. Ramazanoğlu Halil Bey tarafından başlatılan inşaat 1541’de oğlu Piri Mehmed Paşa tarafından bitirilmiş. Caminin Osmanlı çinileri dillere destandır ve 16. Yüzyıla aittir. Kapısındaki Selçuklu dönemi izleri nedeniyle bu caminin başlangıçta küçük bir mescitken zamanla Ramazanoğulları Beyliği’nin güçlenmesi ve ihtiyacın artması üzerine büyütülerek bugünkü haline geldiği düşünülebilir. Ulu Camii, Sabancı Camii açılana dek şehrin en büyük ve gösterişli camisi olmuş.
Bu güzel camiyi hayranlıkla geziyor ve Ziya Paşa parkına doğru ilerliyoruz. Parkın orta yerinde bir dönemin Adana Valisi ve şair Ziya Paşa’nın büstü dikkat çekiyor. Çok sevdiğimiz bir sözü büstün hemen altında yazılı görünce pek bir seviniyoruz. Bu anlamlı söz meğer Ziya Paşa’ya aitmiş: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Yaptığımız güzel işlerle anılmak dileğiyle Ramazanoğlu Konağı’na doğru ilerliyor ve tarihi mekânda yer alan masaların birine oturup birer sade kahve söylüyoruz. Mevsim kış olsa da Adana ekim ayından bir günü yaşıyor gibi. Ulu çınarlar henüz yaprak dökmemiş, sararmış yapraklar nazlanarak süzülüyor. İşte yorgunluk kahvemizi böyle bir ortamda içiyor, etrafı seyre dalıyoruz.
Ramazanoğulları Beyliği ve Ramazanoğulları Medresesi
Özellikle şehrin “Eski Adana” ismiyle anılan bölgesinde Ramazanoğulları ismini çok sık duyuyoruz. Kimdir bu Ramazanoğulları? Ramazanoğulları Beyliği, Misis ve Adana yöresinde kurulmuş bir Anadolu beyliğidir. 1352 yılında kurulan beylik 1514 yılında kısmen, 1608 yılında tam anlamıyla Osmanlı Devleti hâkimiyetine girmiş. Bu sülale Oğuzların Üçok kolunun Yüreğir boyuna mensuptur. Osmanlı Beyliği’nden sonra Anadolu’da en uzun süre bağımsız olarak kalabilen ikinci beylik olarak tarihe geçmiştir.
Biraz dinlenip tarihin tozlu sayfalarında bir yolculuk yaptıktan sonra Ramazanoğlu Medresesi’nin iç avlusuna giriyoruz. Kapısından girdiğimiz an bambaşka bir dünyaya girmiş gibi oluyoruz. Bu tabir lafın gelişi değil gerçeğin ta kendisi olarak yazıldı sevgili dostlar. Günümüzde Türk-İslam Merkezi olarak kullanılan bu yapıya gösterişli kapısından girdiğiniz an hoş bir şadırvan ve şadırvanın çatısına uzanmış dallarındaki limonları görüyoruz. “İşte” diyoruz “doğru yerdeyiz.”
Tarihte bir çay içme
Avluda biraz dolanıp özenle bakılmış çiçeklerle hasbihal ediyor, sonra bir tabureye oturup sırtımızı tarihi duvarlara yaslıyoruz. Ulu Cami’nin önünden havalanan güvercinler dans etmeye başlıyor. Evet evet bu uçmak değil dans etmek! O kadar güzel ki, etkisinde kalıp bu görüntüyü hafızamıza kaydetmeye çalışırken elimize kameramızı almak aklımıza gelmiyor. Demli bir çay içiyoruz. Sessizlikle baş başayız. Çay ocağını işleten görevli yabancı olduğumuzu ve hayranlığımızı hemen fark etmiş olacak ki bir koca tabak mandalinayla yanımıza geliyor. Mandalina dediğime bakmayın, bir tanesi büyük boy portakal gibiydi. Özenle yıkamış, getirmiş. “İkramımızdır.” diyor. İşte Anadolu’nun güzelliği, gözünü sevdiğim Anadolu, ne kıymetli insanlar yetişti senin topraklarında… Mandalinalarımızı bıçakla keserek yiyoruz, kuşları izliyoruz, çiçekleri kokluyoruz. Sırf bu avluda oturmak bile “iyi ki Adana’ya geldik” dedirtiyor.
Bıraksanız bütün gün burada oturabiliriz, ama zaman kısıtlı, kalkıyoruz. Ulu Camii’nin önünde oturan ak sakallı amcadan üç kalem alıyoruz. Bu üç kalemin hikayesi bambaşka bir yazı konusu olur, şimdilik bende saklı kalsın. Kim bilir belki bir gün bir öykü olur dilden dile dolanır…
Taş Köprü
Ulu Camii’nin arka kapısındaki güvercinlere yem atıyor ve Taşköprü’ye doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerinde tablacı denilen simit tezgahlarını görüyoruz. Simitlerin yanında şalgam suyu da satılıyor. Adanalılar şalgam suyunu sabah saatlerinden itibaren içmeye başlıyorlar. Biz de geleneğe uyuyor ve Adana’nın meşhur simidinin yanına bir bardak şalgam suyu alıyoruz. Suyun içine acısını isteğe göre ekliyorlar. Eee şehrin geleneği acı şalgamsa biz de geri kalır mıyız? Bol acılı şalgamımızı içip simidimizi yiyerek Taşköprü’ye geliyoruz. Manzaraya göre şarkı geleneğimiz burada da bozulmuyor: “Adana köprü başı, otur saraya karşı” diyerek Seyhan nehrinin üzerinde boy gösteren köprü manzarasına bakıyoruz.
Mevsim itibariyle Seyhan’ın debisi oldukça düşük. Bu mevsimde suyu kesip, yazın gürül gürül bırakıyorlarmış. Nehir etrafında düzenli parklar ve güzel yürüyüş yolları var. Sabancı Camii ve köprü manzarasıyla bir Adana kartpostalına bakar gibi yürüyerek köprüye çıkıyoruz. Köprünün üzeri binbir çeşit çöp dolu. Görmezden geliyoruz ki keyfimiz kaçmasın. Adana’nın önemli simgelerinden biri olan Taşköprü, IV. (385) yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılmış. Bu tarihi yapı, yüzyıllarca Avrupa ile Asya arasında önemli bir köprü vazifesi görmüş. Taş Köprü 319 metre uzunluğunda ve 13 metre yüksekliğinde. 21 kemerinden 14’ü ayaktadır. Ortadaki büyük kemerde iki aslan kabartması dikkatimizi çekiyor. Dünyanın halen kullanılan en eski köprülerden biri olarak bilinen Taş Köprü, araç trafiğine kapalı. Köprü üzerinde Sabancı Camii’ni fon yaparak fotoğraf çektirmek de bir gelenek olduğuna göre biz de uyguluyoruz.
Tarihi Adana Konakları
Sabancı Merkez Camii, Adana’nın Reşatbey semtinde, Merkez Park’ın güneyinde ve Seyhan Nehri’nin batı kıyısında yer alıyor. Açılış tarihi ise 1998. 28.500 kişiye ibadet imkânı sağlaması nedeniyle Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük camilerinden biri kabul ediliyor. Konumu itibarıyla Adana’da bulunan ana arterlerin, demir yolunun ve Adana’yı çevre il ve ilçelere bağlayan yolların kesim noktasında ve yüksek minareleriyle uzaktan görünüyor olması nedeniyle, şehrin sembollerinden biri haline gelmiş. Bu güzel manzarayı izleyerek kıyıdaki parkta bir yürüyüş yapıyoruz. Seyhan nehrinin kıyısında biraz dinlendikten sonra yolun karşısına geçiyoruz. Burada bizi birbirinden güzel, eski ve değerli Adana evleri karşılıyor.
Cadde üzerinde gördüğümüz eski bir evi görüntülemeye başlıyoruz. Balkon ve pencere detaylarına hayran olduğumuz bu evi görüntüye kaydederken bir bey yanımıza yanaşıyor ve bu evin neyini çok beğendiğimizi soruyor. Sohbet etmeye başlayınca Ulvi Bey’in bu eski evin yeni sahibi olduğunu öğreniyoruz. Binanın yanında iş yeri olan Ulvi Bey, hemen bitişiğindeki evin satılacağını duyunca yabancıya gitmesin diyerek bu yapıyı satın almış. Biz çok beğenince de damadı Mustafa Bey’den anahtarı alıp bizi binanın içini görmeye götürmesini istiyor. Adana’nın sıcak insanlarına bir kez daha hayran olduğumuz bir an yaşıyoruz. Eski evin içini geziyoruz, sohbet ediyoruz. Evin ne amaçla kullanılacağı belli değil. Binanın yenilenmiş halini de gelip görmek üzere Ulvi Beyle sözleşip hemen yakınındaki Atatürk Evi Müzesi’ne geliyoruz. Burası aslında Suphi Paşa Konağı.
Atatürk Evi Müzesi
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Adana’ya tam dokuz kez gelmiş ve 5 ayrı konutta konaklamış. Bunlardan ikinci ve üçüncü gelişlerinde (16 Mart 1923 ve 17 Ocak 1925) kaldığı tarihi konak, günümüzde bir müze olarak hizmet veriyor. Müzede Atatürk’ün Adana gezilerini anlatan dev boyutta fotoğraflar, Kuvayı Milliye dönemine ait eşyalar, etnografik ürünler, döneme ait gazete arşivleri sergileniyor. Ayrıca Hatay’ın kurtuluşunu anlatan özel bir de oda var. Bu müzeye geldiğinizde yöresel bir Adana köşkünü görme fırsatınız da olacak. Köşkün içinde üst katta yer alan vitray kapı ve pencereler çok özel. Bu özel müzeyi müzekart ile gezmeniz mümkün.
Adanalıyık Allah’ın Adamıyık
Atatürk Evi Müzesi’ni gezerken aklımıza şehre özel o anlamlı söz geliyor: “Adanalıyık Allah’ın adamıyık.” Bu bilindik sözün nereden geldiğini biliyor muydunuz? Gelin Çanakkale Destanı’na doğru bir yolculuğa çıkalım: Bu zafer, tarihe adını altın harflerle yazdırmış bir destanın adıdır. Bu söz bir kahramanlığın öyküsüdür. İngiliz ve Anzak’lara karşı savaşan şanlı Türk Ordusu’nun kıymetli askerleri arasında elbette Adanalı askerler de varmış. Adanalı askerler kahramanca ve planlı bir şekilde mücadele vermişler, bir bayırda konuşlanarak siperlerine küçük mavi bir plaket takmışlar. Bu mavi işaret düşman askerleri karşısında birbirlerini tanımaları için bir parola ve kendi aralarında sakladıkları bir sırmış.
Adanalılar övgüye layık bir titizlikle gizleniyor, düşman askerlerini öldürüyor ve bu askerleri düşman kuvvetlerinin arasına atıyorlarmış. İngiliz ve Anzak kuvvetleri esrarengiz bir şekilde kaybolan yüzlerce askerlerine şaşırırken bir süre sonra Adanalı askerlerin üstün savaş yeteneğini fark edip korkmuşlar. Öyle korkmuşlar ki, siperlerinin yer aldığı tepelere yanaşamamışlar ve birbirlerini tehlikeye karşı şu sözlerle uyarmışlar: “O tepeye yaklaşmayın, orada Tanrı’nın adamları var.” Bu söz zamanla “Allah’ın adamları” şeklinde kullanılmaya başlanmış. O gün kahramanca mücadele eden 900’den fazla Adanalı asker kahramanca şehit olmuş, bayırın adı “Adana bayırı” olarak anılmış, bu hikâye nesilden nesile aktarılmış. “Adana bayırı” Çanakkale dolaylarında il ismiyle anılan ilk ve tek yer olarak tarihe geçmiş.
Adana Sinema Müzesi
Büyük heyecanla gezdiğimiz bu güzel yerden çıktıktan sonra hemen yanında yer alan Adana Sinema Müzesi’ne gidiyoruz. Eski bir Adana evi restore edilerek muhteşem bir müze açılmış. Müzeye girince, şehre özgü yönetmenler, oyuncular ve yapımcılar ile ilgili eserler dikkat çekiyor. Müzenin zemin katı film afişleri için ayrılmış. Posterdeki en az bir isim Adana sakinine ait. Birinci katta, Yılmaz Güney’in fotoğraflarını, film afişlerini ve eşyalarını gösteren bir oda yer alıyor. Ayrıca Yılmaz Güney, ressam Abidin Dino ve yazar Orhan Kemal’in de heykelleri var. Adana’dan sinema ile ilgili diğer tanınmış kişilerin sergilendiği fotoğraflar ve eserlerin arasında yazar Yaşar Kemal, oyuncu Şener Şen ve babası oyuncu Ali Şen, Muzaffer İzgü, Ali Özgentürk, Orhan Duru, Aytaç Arman, Bilal İnci, Meral Zeren, Menderes Samancılar, Nurhan Tekerek ve Mahmut Hekimoğlu yer alıyor. Bizi Yeşilçam’ın eski günlerine götüren bu şirin müzede bir de kütüphane yer alıyor.
Müzeden çıktıktan sonra çevreyi keşfetmeye devam ediyoruz. Hep söylediğimiz gibi bir şehri tanımanın en iyi yolu sokaklarında kaybolmaktır. Adana gezimizde bu sözümüzü birebir uyguluyoruz. Hiç araç kullanmadan sadece yürüyerek şehri bir uçtan bir uca gezdik desek abartmış olmayız. Hatta o kadar yürüdük ki, sosyal medya hesabımızda paylaştığımız bazı fotoğrafların yerini Adana’da yaşayan takipçi dostlarımız bile bize sordular, bilemediler.
Adana’nın Yolları Taştan
Şehrin yaşam alanlarına, sokaklarına, caddelerine doğru yürüdükçe şehri daha iyi anlıyoruz. Sokaklarda dikkatimizi çeken bir detay da her köşeden bize gülümseyen portakal, turunç ve limon ağaçları oldu. Dallarından meyve sarkan ağaçlara şaşırarak baktık, biz baktıkça Adanalılar da bize baktı. Öyle çok meyve vardı ki artık yerlere dökülmüştü.
Şimdi istikametimiz ülkemizin en eski on müzesinden biri olan Adana Arkeoloji Müzesi. Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra açılan müzenin kuruluş tarihi 1924. Anadolu zaten bir açık hava müzesi gibi. Gezdiğimiz şehirlerde güzel muhafaza edilmiş, özenilmiş ve ziyaretçisi bol olan müzeleri görünce çok çok mutlu oluyoruz. Adana Müzesi yeni yerine geçmiş ve merkeze biraz uzak. Biz buraya da yürüyor ve gün ortasının getirdiği ılık havanın güzelliği eşliğinde müzeye varıyoruz.
Adana Arkeoloji Müzesi
Sessiz sakin ve oldukça büyük olan yapıyı görünce heyecanlanıyor ve gezmeye başlıyoruz. Adana Müzesi’nde Tarsus Gözlükule, Mersin Yumuktepe, Misis, Karatepe, Soğuksutepe gibi höyük ve iskân yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkan eserler ile Adana ve çevresinden derlenen eserler yer alıyor. Müzede Prehistorik dönem eserleri, Hitit, Asur, Fenike, Frig, Arkaik, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait heykel, kitabe, lahit, stel, mimari parçalar gibi taş eserler, pişmiş topraktan yapılmış çanak çömlek, çeşitli kaplar, silindir ve damga mühürler, sikkeler ve diğer arkeolojik buluntular da dikkat çekiyor. Bu eserler çok geniş bir alana yayılmış olan müzenin içinde öyle güzel düzenlenmiş ki, yorulmadan büyük keyifle geziyoruz. Müze kapanmak üzereyken gezimizi bitiriyoruz. Müze binasının ortasında üstü açık ve yeşilliklerle dolu bir de bahçe var. Fakat aniden başlayan yağmur sebebiyle oraya gidemiyor, binadan çıkıyoruz.
Portakal Kokulu Sokaklar
Günübirlik gezinin bir olumsuz tarafı da yanınızda üzerinizdeki kıyafet ve el çantanız haricinde kişisel hiçbir eşyanızın bulunmayışıdır. Montlarımızın şapkasını takıyor ve telefondan navigasyona Ziyapaşa Bulvarı yazarak yola koyuluyoruz. Yine yürüyoruz, palmiyelerle dolu kavşaklardan, turunç yüklü ağaçlarla kaplı ara sokaklardan, buğulanmış pencerelerden sızan ışık hüzmelerini izleyerek ilerliyoruz. Bambaşka bir şehirde bilmediğimiz sokaklardayız. Bu keşif heyecanına soğuyan havanın ürpertisi de eklenince eşsiz bir mutluluk hissediyoruz. Portakal ağaçlarını gördükçe portakal çiçeklerinin renk renk açtığı mevsimde bu sokaklar kim bilir nasıl kokar diye düşünüyoruz. Portakalın çiçeğinin festivalini neden yaptıklarını anlıyoruz.
Tüm bu düşüncelerle Ziyapaşa Bulvarı’na geliyoruz. Burası şehrin modern yüzü. Geniş bulvarlar, modern butikler, küçük kafeler, renkli pastaneler ve cıvıl cıvıl sokaklarıyla tam bir modern şehir havasını içinde barındırıyor. Her taraf yüksek ve yeni apartmanlarla dolu. Bu bölge bir dönem iki katlı, geniş bahçeli köşklerle doluymuş. 50’li yıllarda yapılan bu evler, 80’li yıllarda yerini maalesef apartmanlara bırakmış…Yağmur altında yürürken bu köşklerden en güzel örnek olan Talip Aksoy Evi’ni görüyoruz. Hayran oluyoruz, bahçeyi çevreleyen demirlere yaslanıp bu güzelliği seyre dalıyoruz. Tüm bulvarın böyle köşklerle dolu olduğu yılları hayal edince coşuyoruz. Ah ne güzeldir, hayali bile mutlu ediyor.
Adana’da Ne Yenir?
Bu güzel düşüncelerle yürümeye devam ediyoruz. Sokak arasında bir semt pazarı görüyoruz, şöyle bir dolaşıp uygun fiyatları görünce İstanbul’un pahalılığına sayıp döküp soluğu Kazım Büfe’de alıyoruz. Adana’ya gelince muzlu süt içmeden dönmeyin, mutlaka Kazım Büfe’ye uğrayın dediler. Biz de söz dinledik ve bu çok bilinen büfeye geldik. Şunu belirtmekte fayda var. Adana’da her semtte muzlu süt içebileceğiniz yerler var ve şehrin sakinleri hepsinin de lezzetli olduğunu söylüyor.
Bizim vaktimiz dar olduğu için en meşhuruna uğramak istedik. Büfe çok kalabalıktı. Gençler akın etmişti. Sipariş vermek için sıraya girdik, sıra hızlı ilerledi. Ben son anda “çocuk gibi muzlu süt mü içeceğim?” düşüncesiyle karışık meyve suyu siparişi verdim. Güzeldi. Çağrı geleneksel lezzette ısrarcı olarak muzlu sütünü sipariş etti. Biz bir beklerken iki geldi. İkinci bardak diğerinden biraz küçüktü. Yanlışlık oldu, biz bir adet sipariş verdik dememize kalmadan ikinci bardağın ikram olduğunu öğrendik. O an anladım ki bu muzlu süt içilecek. İçtim. Muzu ya da sütü veya her ikisini de sevmiyor olabilirsiniz. Ama muzlu sütü seveceksiniz. Çok net söylüyorum. İstanbul’da Beşiktaş’ta da şubesi varmış. Meraklılarına duyurulur.
Birbirinden güzel tatlar
Bu güzel deneyimden sonra günün sonunu keyifli bir yemekle bitirmek şart olmuştu. Sabah 05:00’de evden çık, 07:20’de uçağa bin, Adana’ya in ve tüm şehri yürüyerek keşfet. Yemek hakkımızdır. Hep söyleriz, biz yeme-içme üstadı değiliz, gurme hiç değiliz. Gezdiğimiz yerlerde temiz yemek sever, arar bulur ve yeriz. Ama iş tavsiyeye gelince haddimizi de biliriz. Fakat iş Adana olunca yemekten bahsetmeden olur mu? Olmaz. Şimdiki durağımız Asya Restoran. Çağrı geçen sene Portakal Çiçeği Festivali’nde yaptığı Adana ziyaretinde Ramazanoğlu Caddesi üzerindeki bu restorana gelmiş ve çok beğenmişti. Bu nedenle gezimizde hiç düşünmeden buraya geldik. Bir hatırlatma yapalım, buraya özellikle akşam saatlerinde gelecekseniz önceden arayıp yer ayırtmalısınız. Biz şansımıza yer bulduk. Temiz, düzgün bir işletme. Zeytinyağlı ve meze bölümü çeşitli.
Bu benim için çok önemli çünkü ben vejetaryenim. Masayı süzme yoğurtlu mezeler, salata ve yeşilliklerle donattık. Çağrı ise Adana kebabın mutluluk denizine dalış yaptı. Yanına bir de karışık kebap söyleyerek mutluluğunu perçinledi. Restoranın sloganı “Adana’da kebap mutluluktur.” Bu sloganı hak eden bir yerdi. Yemekte özellikle humus siparişi de verdik. Bu humus bildiğimiz humuslardan değil, güveç kabında üzerinde peynirle pişiriliyor, servis edilmeden önce üzerine kızgın yağ dökülüyor. Humusu pek sevmem, bunu da pek sevmedim. Ama denemiş olduk. Bilenler humusun asıl lezzetinin Tarsus’ta olduğunu söylediler. Konaklamalı bir gezi planladığımızda Tarsus’a gitme fırsatımız da olacaktır. Adana-Tarsus arası oldukça yakın. Yemeğin üzerine demli çayımızı içerken yağan yağmur altında nazlanarak salınan karşı kaldırımdaki begonvili seyrettik. Geziyi yaptığımızda Aralık ayının ortasındaydık, bu mevsimde bile bize tüm pembeliğiyle göz kırpan begonvil, bu gezimizde hatıramızda kalan hoş detaylardan sadece biri…
Çukurova’nın güzel yürekli insanlarına selamlar
Bizim günübirlik Adana gezimizin detayları işte böyle. Sizlerle adım adım tüm detaylarıyla paylaşmaya çalıştık. Bu güzel şehrin daha nice güzelliği var elbette. Bici bici tatlısı var mesela. Mevsim kış olunca buz yemeye çekindiğimizi itiraf edelim. Sırf bu nedenle bile bu güzel şehre bir daha gelinir. Sıcakkanlı, dost canlısı insanlarını unutmak olur mu? Şehirlerini tanıtmaya çalışan, yabancıyı hemen anlayıp hürmet gösteren Çukurova’nın güzel yürekli insanlarına bizden selam olsun.
Tekrar geleceğiz…Hazır mısın Adana?
Yazı ve Fotoğraflar: Gonca-Çağrı SAĞLIK