Bir Kültür Elçisi: Ulvi Sinan Dişli
Bir Kültür Elçisi: Ulvi Sinan Dişli
İşini severek yapan Ulvi Sinan Dişli gibi insanları ayrı bir severiz. Yaptığı iş her ne olursa olsun, her yaptığına değer katan, toplumlara fayda sağlayan ve ilham kaynağı olan insanlar vardır. Biz bu yazımızda sizi Hopa Müzesinin olma sebebi olan, böyle biriyle tanıştıracağız. Fakat önce hikâyenin sahnesi olan güzel ilçeyi tanıyalım.
Karadeniz’in en doğusunda yer alan güzel ilçe Hopa’dayız. Hopa bir liman kenti olmanın etkisiyle her dönem ilgi odağı olmayı başarmış. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve sınır geçişinin aktif olmasından sonra artan ticari canlılık, günümüzde Gürcistan ile vizesiz seyahatin mümkün olması sebebiyle iyice artmış. Hopa’nın bir köyü olan Sarp’ta bulunan sınır kapısından sadece kimliğinizle Batum’a geçiş yapabiliyorsunuz. Bu durum turizm yoğunluğunun Hopa’dan Batum’a kaymasına neden olmuş. Turizmin bir bölge için önemli kaynaklar arasında başı çektiğini göz önüne alırsak bu kayıp milli servet kaybını da beraberinde getirmekte. Bir bölgenin turist çekmesi için birçok etken var. Doğa güzelliği, tarihi yapılar, deniz-güneş, müzeler vs. Günümüz gezi anlayışının tarih-kültür ekseninde geliştiğini düşünürsek, müzelerin bir şehrin kimliğinde ne derece önemli olduğunun farkına varabiliriz.
Biz bu yazımızda bir müzenin bir şehrin kalbi olduğunu ispatlayacağız. Geçmişine sahip çıkmayan milletlerin tarih sahnesinden yok olup gitmeye mahkûm olduğunu unutmayalım. İşte bu noktada geçmişin sadece ‘geçmiş’ değil, geleceği aydınlatan bir unsur olduğunu hatırlıyoruz. Biz Turrehberin olarak bir şehre, ilçeye veya bölgeye gittiğimizde, önce oradaki müzeleri araştırıyor, öğreniyor ve gidiyoruz. Müzeler o kültüre giriş kapısının en somut anahtarıdır. İşte Hopa Müzesi’nin emektarı, fikir babası Ulvi Sinan Dişli de Hopa’nın kültürel anahtarını Hopalılara armağan eden bir kahramandır. Gelin bu güzel insanı biraz daha yakından tanıyalım.
Ulvi Sinan Dişli
Ulvi Sinan Bey, Hopa’nın Başköy köyünden. Doğma büyüme buralı. Tam bir memleket sevdalısı. Hikâyesini kendi ağzından dinlemek için konuşuyoruz. Öyle akıcı, dinamik ve içten anlatıyor ki…Gözümüzün önünde canlandırarak dinliyoruz. Ulvi Bey 10 yaşındayken babası iş için Almanya’ya gider. Bu durum çocuk Ulvi için kabul edilemez ağırlıktadır. Babasını limandan uğurlayıp eve döner ve hıçkırarak saatlerce ağlar. Bu duruma çok üzülen annesi, evde sessizce duran eski sandığa yönelir. Sandıkta, aile için çok önemli olan dededen kalma tüfek saklıdır. Annesi bu tüfeği çocuk Ulvi’ye verir ve işte o anda küçük yüreğe antika sevgisinin ilk ateşi düşer.. Yıllar geçer ve çocuk Ulvi büyür. 18 yaşında Almanya’ya gitmek için çok sevdiği Hopa’sından ayrılırken baba topraklarına bir daha bakar ve o lafı söyler: “Hopam ben senden nasıl kopam”. İşte bu cümle genç Ulvi Sinan’ın memleketine tekrar döneceğinin, kültürel değerlerine sıkı sıkıya bağlılığının işaretidir.
45 sene yurtdışında yaşayan Ulvi Sinan Bey, bu süreçte Hopa’yı hiç unutmamış. Bu süreçte gerek yurtdışında, gerekse yurtiçinde antikacıları dolaşmış, eski eşyalara ulaşmış ve satın almış. Bu tutku yılar geçtikçe çoğalmış. 45 senenin sonunda Hopa’ya döndüğünde ise Hopa Müzesi’nin kurulmasına öncülük etmiş. O dönemki belediye başkanı rahmetli Nedim Cihan’ın bu konudaki katkıları göz ardı edilemez. Kavakdibi mevkiindeki eski ve harap şekildeki bina belediye tarafından onarılarak bugünkü haline getirilmiş. Ve böylece 2017 senesinde Hopa Müzesi kapılarını ziyaretçilerine açmış. Ulvi Sinan Dişli’nin çabalarıyla toplanmış 5 binden fazla eşya bu binada sergilenmeye başlanmış. 58.5 (yavru vatanı böyle tabir etmiş) ülke gezdiğini söyleyen Ulvi Bey, nereye gitse eski eşyaların izini sürmüş. İşte tüm bu eşyalar ve daha fazlası Hopa Müzesi’nde tarihin kapılarını aralıyor..
Hopa Müzesi
Biz Hopa Müzesi’ni Temmuz 2019’da gezdik. Gezimiz sırasında Ulvi Sinan Bey’le bir de çekim yaptık. Bizce çok faydalı olan bu çekim 3 bölümden oluşuyor. Ulvi SinanBey tipik bir Hopalı. Heyecanlı, iyi niyetli ve faydalı işlerin peşinden koşuyor. Çok güzel anlatımıyla şahane bir çekim günü yaşadık. Müzede temelde Hopa halkının kullandığı ve yaptığı ürünler sergileniyor. Müzeye girer girmez müze binasının eski halinin bir fotoğrafını görüyoruz. Bu harap bina, Hopa Belediyesi ve Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı (Doka)’nın desteğiyle bugünkü halini almış.
Ulvi Bey konuşmamızın başında çok anlamlı bir cümle kuruyor: 40 yıllık dağınık hayallerimi, devletin ve Hopa Belediyesi’nin desteğiyle burada toparlayıp sizlere sunma fırsatını buldum, diyor. Gerçekten çok doğru. Bu müzede koca bir ömrün hayali gizli. Ve bir bölgenin tüm anıları, eşyaları, gelin kızların hayalleri, çocukların oyuncakları, gemicilerin hatıraları… Neler var..Bir köşede 1937 senesinden kalma veresiye defteri gözümüze ilişiyor. Sayfalarında hem Osmanlıca hem yeni alfabe Türkçe yazılar var. Aynı bölümde Hopa’da ilk camii kurulduğu dönemde, imamın getirdiği Ku’ran-ı Kerim sergileniyor. Hopa için önemli gelir kaynağı olan çayın işlendiği Çay Fabrikası’na ait kart basma makinesi ve o dönem kart basan Hopalıların isimlerini de görüyoruz. Fabrikada kullanılan eşyaları, postanede mektup tartmak için kullanılan tartının hikâyesini de heyecanla tüm detaylarıyla dinliyoruz.
Şehir Müzeleri, şehrin hikayesidir.
Müzedeki eşyaların tamamı Ulvi Bey’in çabasıyla elde edilmiş. Ulvi Bey bu noktada ikili ilişkilerinden büyük fayda gördüğünü dile getiriyor. Eşyaların sadece %10’u bağış, %3’ü getirip hibe edenlerden oluşuyor. Eşyaları müzeye teslim edenlere de çok kıymet veriyor ve ‘bana bunları kim getirdiyse bunlar o kişilerindir’ diyor. Öyle kıymet bilen hali var ki, bir nesile örnek olmasını diliyoruz..Müzeyi gezdikçe gözümüze aşina gelen o kadar çok eşya görüyoruz ki..İbrikler, tavalar, mutfak eşyaları, bavullar, telefonlar, kol saatleri, örtüler, gelin çeyizleri.. Saymakla bitmez, öyle güzel eşyalar var ki.. Bir köşede 130 senelik bir sandalye gözümüze çarpıyor. Hikâyesini öğreniyoruz: Bir adamın 4 kızdan sonra bir oğlu olmuş, bunun şerefine oğluna özel bir sandalye yapmış. Sandalyenin yanında bir de ahşap süslemeli beşik görüyoruz. Beşiğin hikâyesi de benzer: Adamın 4 erkek çocuktan sonra bir kızı olmuş, bu süslü beşiği de kızının şerefine yaptırmış. Bu örnekten de gördüğümüz gibi bölgede kız-erkek çocuk ayrımı yok. Çok mutlu oluyoruz.
Diğer tarafta köşede bir camekânın içinde sergilenen kol saatlerindeki detay ilgimizi çekiyor. Lazca’da saatin ‘ora’ demek olduğunu öğreniyoruz. Aynı zamanda vakit-zaman anlamlarında da kullanılan ‘ora’nın bir saatin markası olduğunu da şaşırarak görüyoruz.
Ulvi Sinan Bey’le müzeyi gezdikçe, hikâyeleri dinledikçe kendisine bir kez daha hayran oluyoruz. Her eşyanın geçmişini anlatıyor, hiçbir detayı es geçmiyor. Bu muhteşem hafızaya ve anlatıma hayran olarak müzeyi gezmeye devam ediyoruz. 300 yıllık bir geçmişe sahip olan bina 3 katlı ve 16 odadan oluşuyor. Bina Rus işgali döneminde hastane olarak kullanılmış. Gezerken bu müzenin maliyeti hakkında konuşalım diyoruz. Ulvi Bey, ‘bu müzenin maliyeti nedir derseniz, bunun rakamsal bir karşılığı yok’ diye cevaplıyor.
Hopa’nın hikayesi: Hopa Şehir Müzesi
Hopa Müzesi’ndeki her eşyanın bir hikâyesi var. İnanır mısınız tek tek her eşyanın hikâyesi anlatılıyor ve biz büyük keyifle dinliyoruz. Bir müze geziyorsunuz ve o müzenin kurucusu sizlere emeklerini anlatıyor. Eşsiz bir tecrübe, Hopa Müzesi sırf bu yönüyle bile benzerlerinden farklı olduğunu ispatlıyor. Eşyaların hikâyelerini dinlerken çok farklı detaylar öğreniyoruz. Yöredeki mutfak eşyalarının özelliklerini, evlerin dış kapılarında neden sepet asıldığını, boş güğümü gören kaynanaların nasıl sinirlendiğini ve kalabalık ailelerde yemek düzenini tüm detaylarıyla öğreniyoruz. Bir diğer köşede bir gemicinin eşyalarını, hemen yanında 1930’lu yıllarda açılan ortaokula tayin olan öğretmenin kira karşılığı ev sahibine verdiği takılarını görüyoruz.
Bir duvarda asılı beyaz üzerine mavi desenli emaye kapları görüyoruz. Kaplarda ilginç olan hepsinin yarısından kesilmiş olmaları. Merak ediyoruz, hikâye çok ilginç: 1960 yılında Hopa’da Termik Santral açılıyor. Santralin inşaatına Almanya ve Hollanda’dan işçiler geliyor ve gelirken beraberinde eşyalarını da getiriyorlar. O dönem lojmanlarda kalan işçiler, işleri bitip dönecekleri zaman bu eşyaları orada dostluk kurdukları Hopalılara bırakıyorlar. Müzede sergilenen kap-kacakları da o dönemki bekçiye bırakmışlar. Bekçi de iki çocuğuna bırakmış. Bekçinin çocuklarına en büyük nasihati de, “siz kardeşsiniz ve neyiniz varsa yarıya bölün” olmuş. Ne güzel ki, 2 kardeş babalarını dinlemiş. Müzedeki bu eşyaları bile o dönem ikiye bölüp paylaşmışlar.
Ulvi Bey de bu ilginç anıya sahip eşyaları müzenin en güzel yerinde sergilemiş. Bir tarafta şamdanlar göze çarpıyor. Mum ve şamdanın bölgede kullanılmaya başlanması da Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’da yaralandığı dönemde, Rum kızlarının mağarada mum ışığında yaralarını sardığı zamanlara dayandığı rivayet ediliyor. Ulvi Bey, Hopa’nın bir mahallesinde Balmumcu soyadının hâkim olduğunu da hatırlatıyor.
Her türlü yaşam, her türlü anı
Müzenin en keyifli bölümlerinden biri de mutfak bölümü. Tasarruflu ibrikler, baklavaya ölçüyle şerbet dökmek için kullanılan kaplar, tulumba tatlısı yapmak için kullanılan şırınga şeklinde büyük aletler, ilk makarna makineleri, 1800’lü yıllardan kalma tütün kesme makineleri ve içinde eksik olan kaşıklar. Neden eksik? Evlenmek isteyen genç kızlar, mutlu evliliği olan insanların evlerinden kaşık çalarlarmış ki kendileri de mutlu bir evlilik yapabilsin. Böyle farklı yaşam öyküleriyle tamamlanan eşyaların en yenisi 70 senelik. Ulvi Sinan Dişli, bu müzenin aynı zamanda bir kültür evi olduğunu özellikle vurguluyor. Nesilden nesile, dönemden döneme aktarılması ise en büyük ideali.
Müze binası Hopa’nın Kavakdibi diye adlandırılan eski mahallesinin tam ortasında. Hopa Limanı’nın hemen karşısındaki bölge 19 yüzyıldan kalma camii ile de dikkat çekiyor. Dikdörtgen mimari şekle sahip camiinin kitabesi bulunmadığı için net bir bilgi edinemiyoruz. Fakat camiinin etrafında çok sayıda eski mezar başlığı göze çarpıyor. Müzeye doğru giderken bu detayları da görmenizi tavsiye ediyoruz.
Hopa’ya ulaşım çok kolay. Önceki yıllarda en yakın havalimanı Trabzon’da iken, artık THY ile Batum üzerinden Hopa Limanı içinde yer alan terminale ulaşmanız çok daha kolay. Terminalden çıktıktan sonra 5 dakikalık bir yürüyüşle Hopa Müzesi’ne ulaşacaksınız. Haftanın her günü açık olan müzeyi gezdikten sonra bölge hakkında çok daha fazla bilgi edinmeniz mümkün. Bize kalırsa önce müzeyi, sonra Hopa’yı gezin.
Biz Ulvi Sinan Dişli’yi çok sevdik. Tarihine, kültürüne ve yöresine böylesi sahip çıkan bu güzel insanla tanışmak büyük mutluluk; sizlere tanıtmak da görevimizdi. Hopa Müzesi’ne yolunuzu düşürün, bizden selamlar götürün ve yeşilliler içindeki bahçesinde Ortahopa Mahallesi’nin sakin havasını koklayın. Sonra Bucak mahallesine doğru bir yürüyüş yapın, çarşıya inince iskeleye karşı bir demli çay için..
Nice güzel keşiflere…
Gonca SAĞLIK
Tam anlatılan ve yazılan gibi.. çok büyük emek.. hatta fazlası.. gittik, gördük, gezdik, çok çok begendik..
Serap Hanım, hem yazıyı hem müzeyi beğenmenize sevindik. İyi gezmeler dileğiyle.