Bu yazımızda sizlerle Evliya Çelebi’nin şehri, çininin başkenti Kütahya’yı gezeceğiz. Şehri sokak sokak gezmeye başlamadan önce kısa bir tarihi bilgi vermek isteriz. Yazının sonunda yer alan gezi videomuzu da izlemeyi unutmayın.
Kütahya ismi nereden geliyor?
Ege Bölgesi’nin bu güzel şehri köklü bir geçmişe sahip. Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyan, Osmanlı izlerini taşıyor. Şehrin kuruluşunun M.Ö. 3000’li yıllara dayandığı tahmin edilmekte. Kütahya’nın antik çağlardaki adı ‘Kotys’in Şehri’ anlamına gelen Kotiaeion’muş. Kotys, Trakya’da yaşayan Odrislerden olan ve Romalıların Anadolu’ya gönderdikleri komutanın adı olarak geçmekte. Kütahya Arkeoloji Müzesi’nde yer alan sikkelerde şehrin o dönemki adının ‘Koti’ olduğunu görmek mümkün. Türklerin hâkimiyetine girdikten sonra isim Türkçeleşerek Kütahya olmuş.
M.Ö.133’ de Roma’nın egemenliği altına giren Kütahya, Bizans döneminde piskoposluk merkezi olarak önemini korumuş. Daha sonra da Anadolu Selçuklularının hâkimiyetine girmiş. 1097 yılında Haçlıların saldırısına uğrayan Kütahya, kısa süren bir işgal döneminden sonra 1233 yılında yeniden Türk hâkimiyetine giriyor. Son Germiyan Beyi II. Yakup’un kız kardeşi Devlet Hatun’un, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile evlenmesi neticesinde akrabalık bağı kuruluyor. II.Yakup’un 1429 yılında ölümünden önce vasiyetiyle Osmanlı topraklarına katılan Kütahya, 140 yıl Germiyan Beyliğinin başkentliğini yapmış. Sonraki 400 yıl ise Anadolu Beylerbeyliğinin merkezi olmuş.
Ünlü masalcı Ezop’un Kütahya’da doğduğunu biliyor muydunuz? Kütahya gezimiz işte böyle keyifli bilgilerle karşılaştığımız güzel bir deneyim oldu.
Bizim Kütahya Maceramız
İstanbul’dan sabah erken saatlerde çıktığımız yolculuk ortalama dört saat sürdü. İstanbul’dan çıkarken yeni yolları tercih ettiğimizi belirtelim. Öğlen saatlerinde Kütahya merkeze ulaştık. Otel tercihimizi merkezde yer aldığı için Gül Palas’tan yana kullandık. Gezi yaptığımız dönemde merkezde yer alan bölgede yenilenme çalışmaları yapıldığı için aracımızı biraz yukarıdaki Kütahya Lisesi’nin eski binasının arkasına bıraktık. Araçtan indiğimizde ilk hissettiğimiz buz gibi hava ve asırlık çınarların muhteşem yeşiliydi. Gezimizi Temmuz ayının ortasında yaptığımızı belirtmek isteriz. Buna rağmen Kütahya’yı oldukça serin bulduk. Akşam olunca ince bir mont ve şal kullandık. Kütahya’yı ziyaret edeceklere tedbiri elden bırakmamalarını tavsiye ederiz. Öğrendik ki, Kütahya’da hava yaz mevsiminde bile hep böyleymiş. Sadece Ağustos’un ilk iki haftası sıcak olurmuş. Coğrafi olarak Ege’de de olsa Batı Anadolu’ya yakın oluşu ve yüksek dağların yamacına kurulu olması iklimini diğer Ege şehirlerinden ayırıyor.
Merkezde bir oteli tercih etmenin kolaylığıyla hemen otelimize yerleştik ve öğle yemeği için çarşıya yürüyerek gittik. Tarihi ve görülmeye değer birçok yer merkezde olduğu için araç kullanmamıza gerek kalmadı. Güzel bir öğle yemeği sonrası Kütahya’nın eski sokaklarında demli bir çay içtikten sonra yönümüzü Germiyan sokağına doğru çevirdik.
Kütahya’da Görmek İsteyeceğiniz Yerler
Germiyan Sokağı, Kütahya’ya sancak beyi olarak tayin edilen Yıldırım Bayezid ile Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra tahta geçen 2’nci Selim’in yetiştiği yer. Fatih Sultan Mehmet’in ağabeyi Şehzade Alâaddin Ali Çelebi ve Hürrem Sultan’ın diğer oğlu 3’üncü Bayezid’e de ev sahipliği yapmış. Şehzadelerin yetiştirildiği, iki ya da üç katlı mimarileri, ahşap payandalı çıkmaları, pencere düzeni ve geniş saçakları ile eski konak kültürünün en güzel örneklerinin bugüne taşındığı sokakta; müzeler, restoranlar, kafeler, çini atölyeleri de yer alıyor.
Keyifli bir yürüyüş ve fotoğraf çekimi sonrası yol bizi eski çarşıya doğru götürüyor. Burası Saman pazarı. Asırlık bir çarşı olan Saman pazarı birbirinden renkli dükkanları, güler yüzlü esnafı ve şehre ait dokusuyla dikkatimizi çekiyor. Çarşı içinde yer alan ve kapısında ‘çılgın’ yazan bedesten dikkatimizi çekiyor. Tarihi kapıdan içeri giriyoruz. Bizi yığınla tabak, süs eşyası ve duvara asılı oyuncak ayı karşılıyor. 600 yıldan fazladır alışverişin kalbi olan bu güzel bedestenin haline üzülerek kendimizi dışarı zor atıyoruz. Kapısında yazdığı gibi: Yaşanan tam bir çılgınlık. Kütahya’nın eski sokaklarını gezerken karşımıza çıkan bedestenler ve tarihi yapıların özel işletmelere veya vakıflara verildiğini gördük. Özensiz, bakımsız hallerine şahit olduk. Bu gerçekten çok üzücüydü.
Tarihle beraber yaşayan şehir
Saman pazarından kaleye çıkan yola doğru yürüyoruz. Birbirinden güzel dükkanlar, eski apartmanlar, balkonlar, balkonlara uzanan asmalar, tuhafiyeciler ve çocukluğumuzu anımsatan mağaza vitrinlerini seyrederek ilerliyoruz. Kütahya’ya dair hafızamızda kalan en güzel görüntülerden biri bu oluyor.
Bu güzel yürüyüşten sonra şehrin tarihi merkezine ulaşıyoruz. Ulu Camii’nin önündeyiz. Cami, Yıldırım Bayezid Camii adıyla da bilinmekte. Ulu Camii, Yıldırım Bayezid zamanında (1381-1384) yapılmaya başlanıyor. 1401 senesinde tamamlanan cami, Kütahya’nın en büyük ve en güzel camisidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi sırasında Mimar Sinan tarafından tamir edilen dikdörtgen planlı avlusuz cami, 1893 yılında II. Abdülhamid Han zamanında büyük onarım görüyor ve kubbeli olarak son şeklini alıyor. Şehrin orta yerindeki bu güzel caminin önünde boy gösteren ulu çınarı kucaklıyor ve Çini Müzesi’ne giden taraftaki giriş kapısındaki inceliğe hayran kalıyoruz.
Çini Müzesi
Dünyanın en önemli ve ülkemizin tek çini müzesine geliyoruz. Çini Müzesi olarak kullanılan 2.Yakup Çelebi İmareti, Ulu Cami’nin yanında yer alıyor. Elbette bir Germiyanoğlu eseri. İmaret, Medrese, mescit, hamam ve kütüphaneden oluşan külliyeden geriye sadece imaret ve türbe bölümü kalmış. Son Germiyan Beyi 2.Yakup Çelebi tarafından 1411’de yaptırılan bina revak biçimli bir girişe sahip. Ortada ünlü Gök Şadırvan ve kubbeli mekan ile üç yönde buraya açılan kubbeli eyvanlar dikkat çekiyor. Güneydeki yan eyvan ise türbeye açılıyor. Küçük bir kubbe altındaki sandukalı türbe 2.Yakub’a ait. Sandukanın zemini ve çevresi tamamen çini kaplı.
Ücretsiz gezebileceğiniz müzede 14. Yüzyıldan günümüze dek Kütahya ve İznik’te üretilen çini eserler sergilenmekte. Tüm eserler kronolojik sıraya göre dizili. Müzeden sonra bir süre de bahçesinde geziyoruz. Şehrin ortasında bu kadar yeşil ve sessiz bir yer olduğuna inanmak güç. Binanın girişindeki müdüriyetin kapısındaki sandalyelerde oturup bahçedeki çiniyle süslü süs havuzunu izlemek yorgunluğumuza iyi geldi. Havuzun suyu yoktu ama hemen arkasındaki koca çınarın gölgesi öyle hoştu ki, seyrine doyamadık.
Çınar deyince Kütahya’nın her köşesinde asırlık çınarları görmek mümkün. Sırf bu çınarlar bile şehrin tarihinin ne kadar geriye uzandığını anlamaya yeter. Ağaçların hepsi numaralanmış, koruma altına alınmış ve üzerlerindeki minik levhalarda bilgileri yazılmış. Ulu çınarlarına sahip çıkan Kütahyalı yetkilileri ve halkını gönülden kutluyoruz.
Kütahya Arkeoloji Müzesi
Kütahya’nın simgesi çinilerin seyrinin keyfinden sonra tarihin sayfalarını aralamak için Arkeoloji Müzesi’ne gidiyoruz. Müze binasının asıl adı Umur Bin Savcı Medresesi. Medrese binası 1314 yılında Germiyan Beylerinden Umur bin Savcı tarafından yaptırılmış. Halk tarafından, Demirkapı ya da Vacidiye Medresesi olarak da anılıyor. Kesme taştan inşa edilen yapının girişi Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtıyor. Kapıları kubbeli, orta mekâna açılan dokuz küçük odası var. Müzede yer alan vitrinlerde Geç Miyosen döneminden itibaren Paleolitik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserler sergilenmekte. Arkeoloji Müzesindeki en önemli eserlerden biri de, Amazonlar Lahdi. Çavdarhisar-Aizanoi‘de yapılan kurtarma kazısında bulunan lahit, yüksek kabartma tekniği ile yapılmış. Lahdin yan yüzlerinde Greklerle Amazonlar arasındaki savaşları betimleyen yüksek kabartmalar yer alıyor. Lahit, dünyada bulunan sayılı Amazon Lahitleri içinde en sağlam durumda olanlarından. Müze 1965 yılında ziyarete açılmış. Küçük ama mutlaka görülmesi gereken Kütahya Arkeoloji Müzesi’ni Müzekart ile ücretsiz gezebilirsiniz.
Dinlenmeden olmaz
Bu kadar gezip gördükten sonra bir küçük mola için yolun karşısındaki Dönenler Camii’nin yanındaki Çınaraltı kahvesine gidiyoruz. Koca çınarların gölgesinde demli bir çay içip etrafı seyretmek bize iyi geliyor. Dinlendikten sonra kahvenin hemen yanındaki Dönenler Camii’nin avlusuna doğru yürüyoruz. Meydandaki kavşaktaki Mevlevi heykelinden de anlaşılacağı üzere burası aslında bir Mevlevihane. 14’üncü yüzyılda Mevlevihane’nin semahanesi olarak inşa edilmiş. Erken dönem Anadolu Türk mimarisinin özgün örneklerinden olan Kütahya’nın bu ilk Mevlevihane’si, iki kez onarım görmüş ve günümüze semahane ile derviş hücreleri kalmış. Bugün cami olarak kullanılan yapı, kareye yakın dörtgen planlı, sekizgen kasnaklıdır. Yapının bitişiğinde ‘‘Kütahya’nın Selçuklu Dönemi Fatihi’’ olarak bilinen İmadüttin Hezar Dinari tarafından yaptırılan bir mescit var. Mescit Mevlana’nın torunu Ergun Çelebi’nin buraya defnedilmesi ile Mevlevihane’nin türbesi haline gelmiş. Semahanenin duvarındaki kitabeden, 1227 H.-1812 M. ve 1257 H.-1841 M. yıllarında tamir gördüğü anlaşılmakta. Semahaneye ise daha sonraki bir tamiratta mihrap ilave edilerek cami haline getirilmiş.
Bu güzel yapıyı da geziyor ve Ulu Camii’nin karşısındaki çarşıya giriyoruz. Eski dükkanların güzelliği, müşterisini tanıyan ve alışverişte sohbet eden esnafın nezaketiyle birleşince bir anda çocukluğumuza geri dönüyoruz. Anıların sayfalarında gezerken köşedeki manav tezgahında beyaz dutları görüyoruz. Senede bir ancak yiyebildiğimiz dutlardan koca bir paket alarak Kütahya’nın ara sokaklarında bir keşfe çıkıyoruz. Bu yokuşu tırmanırsanız yol sizi Kütahya Kalesi’ne çıkarır. Fakat yol yokuş ve biraz uzun. O nedenle kaleye aracınızla çıkmanızı tavsiye ederiz. Kaleye çıkınca hem şahane bir Kütahya manzarası seyreder hem de oldukça ekonomik fiyatlara yemek yiyebilirsiniz.
Kütahya Kalesi
Halk arasında Hisar olarak bilinen Kütahya Kalesi M.S. 8. yüzyılda inşa edilmiş bir Bizans eseri. Tarihi kale, Bizans İmparatorluğunun ömrünü tamamlamasının ardından sırasıyla Selçuklu, Germiyanoğlu ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından kullanılmış. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de yazdığına göre Kütahya Kalesi, 72 burcuyla ülkemizin en büyük kalesinden biridir.
Kossuth Evi Müzesi
Kale gezisinden sonra Kütahya sokaklarında gezmeye devam ediyoruz. Bu kez durağımız 18. Yüzyıla ait bir Türk evi olan Kossuth Evi Müzesi oluyor. Macar Sokak’ta bulunan ev, Macar Evi olarak da bilinir. Macar özgürlük savaşının önderlerinden Lajos Kossuth (1802-1894), ailesiyle birlikte 1850-1851 yılları arasında bu evde misafir edilmiş ve Macaristan Anayasası tasarısını bu evde hazırlamış. Bahçe içinde yer alan iki katlı ve 7 odası olan ahşap ev, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca restore edilerek Lajos Kossuth anısına müze olarak 19 Eylül 1982 tarihinde ziyarete açılmış. Müzede Lajos Kossuth’a ait eşyalar ile klasik Türk evine ait etnografik eserler teşhir edilmektedir.
Ayrıca L.Kossuth burada Bulgaristan ve Şumnu lehçesini de içeren bir gramer hazırlamış. Bahçe içerisinde ve sokağa penceresi olmayan bu ev yedi odalı ve iki kattan oluşuyor. Kütahya sivil mimarisinin örneklerinden bu evi gezdikçe, özel hayatın mahremiyetinin bu yapılarda nasıl korunduğunu bir kez daha göreceksiniz. Evde birinci kat selamlık bölümü. Misafir odaları da evin giriş bölümüne yapılmış. Ailenin hayatı tamamen aileye özel bırakılmış. Bu mimari tarzı biz çok sevdik.
Dumlupınar
Kütahya deyince akla gelen en heyecan verici duraklardan biri de hiç şüphesiz Dumlupınar’dır. Başkomutan Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar-Kocatepe’den başlamış, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da büyük zaferle sona ermiştir. Dumlupınar Şehitliği, Kurtuluş Savaşı boyunca tüm cephelerde şehit düşen vatan evlatlarının anısına, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılarak, Büyük Taarruz ’un 70’inci yıldönümü olan 30 Ağustos 1992 tarihinde büyük bir törenle ziyarete açıldı. Şehitlik, Üç Komutan Anıtı, Milisler Anıtı, 500 kişilik sembolik şehit mezarları ve kitabeleri, Şehit Baba-Oğul Anıtı, Mehmetçik Anıtı, Namazgâh ve Şadırvandan oluşuyor. Bu kıymetli ilçeyi ve şehitliği ziyaret etmeden Kütahya’dan ayrılmak olur mu?
Saat Kulesi
Şehirlerin simge yapılarının önünde fotoğraf çektirmek bir gezgin geleneğidir. Kütahya gezimizde merkezde yer alan saat kulesine geliyoruz. Kütahya Saat Kulesi, 19. Yüzyılda Kütahya Valisi Fuat Paşa döneminde inşa ediliyor. İki katlı kare planlı olarak inşa edilmiş olan kulenin yapımında kesme taşlar kullanılmış ve üst kısmı külahla örtülmüş. Bir diğer simge yapı da kulenin hemen karşısında yer alan içinden su akan çini süslü sürahiymiş ama yaz ortasında ortalığı tozu dumana katan kavşak yenileme çalışması sebebiyle kaldırılmıştı, göremedik.
Kısa Kısa Kütahya Gezimizden Bize Kalanlar
Kütahya’nın her köşesinde çini izine rastlamak mümkün. Çeşmeler, bina süslemeleri, pencereler, kapılar her yer çini süslemeleriyle dolu. Apartmanların içinde asansör kapılarında bile çini görebilirsiniz.
Antik şehir sevenlere de güzel bir sürprizimiz var. Çavdarhisar’da yer alan Aizanoi Antik şehrinde Zues Tapınağı’nı ve dünyanın en eski borsasını görmeniz mümkün.
Kütahya’nın termal suları ise her derde deva ve oldukça meşhur. Simav ve Ilıca kaplıcaları başta olmak üzere bölgede çok sayıda termal otel var. Biz yaz ortasında gittiğimiz için termal sulara girmedik. Kış mevsimi için uygun bir plan yapılarak termal bir gezi düşünebilirsiniz.
Kütahya’ya yıllar önce yaptığımız ilk ziyaretimizde renkleriyle bizi mest eden Çinili Cami’yi gezmiş ve çok da beğenmiştik. Bu ziyaretimizde de oraya tekrar gitme planı yapıyorduk ki otel görevlisinden caminin bir süredir kaplı olduğunu; hatta çürümeye terk edildiğini söyledi. Bu büyük yanlıştan bir an önce dönülmesini diliyoruz.
Unutulmaması gereken Frigler
Kütahya’ya gelince Friglerden bahsetmeden olmaz. Günümüzde Eskişehir, Kütahya ve Afyon il sınırları içerisinde kalan bölgeye yayılmış olan ve Frigya medeniyetinden izler taşıyan tarihi kalıntıları ve antik eserleri bünyesinde barındıran bölgeye Frig Vadileri denir. Kütahya çevresinde de bu medeniyetin izlerini net bir şekilde görebilirsiniz. Gezinize ekleyeceğiniz fazladan bir gün bu eşsiz coğrafyayı daha yakından tanımanıza yardımcı olacaktır.
Evliya Çelebi’nin memleketinde olup da usta gezginin meşhur Seyahatnamesinde bu güzel şehirle ilgili yazdıklarını hatırlamadan olur mu?
Kütahya’nın havası ve suyu güzeldir, fincanı çeşitli maşrapa ve testileri, çanak ve tabakları hiçbir yerde yoktur. Şehrin içinde binden fazla kayalardan akan buz gibi suları vardır. Mahbup ve mahbubesi, alim ve fadılları çoktur.
Kütahya’nın tarihi sokaklarını ve tüm güzelliklerini gezdikten sonra bir sevgili dostumuzun evine konuk olduk. Böylece Kütahya’nın misafirperver insanlarını da tanımış olduk. Turrehberin sosyal medya hesaplarından bizi ilk günden beri ilgiyle takip eden sevgili Ünzile Hanım ve güzel ailesinin sıcak yuvalarına misafir olmak bizler için eşsiz bir tecrübe oldu. Burada yazılan satırların, paylaşılan bilgilerin doğru yere ulaştığını bir kez daha anlama fırsatı bulduğumuz bu görüşme için kendilerine buradan da teşekkür etmek isteriz.
Bir çay sever olarak Kütahya ile ilgili bir kısa not iletmeden yazıyı bitirmek istemedik. Kütahya’da nereye giderseniz gidin çayın yanında mutlaka şeker gelir. Merak ettik sorduk, burada çay çok şekerli içilirmiş. Hatta bazı köylerde bardağın yarısına kadar şeker konduğu oluyormuş. Bu durumda şeker fabrikasının etkisinin büyük olduğunu söylediler.
Biz Kütahya’yı çok sevdik. Bu güzel şehri keşif rotanıza eklemenizi tavsiye ediyoruz. Kütahya gezi videomuzu da buraya sizler için ekledik. Güzel keşiflere.
Yazı ve Fotoğraf: Gonca SAĞLIK